Biz bu ülkenin yoksul çocuklarıydık. Çocuk denilecek yaşımıza rağmen ekmekten çok adalet, makamdan çok eşitlik istedik.
Bizim milliyetçiliğimiz; bir başka millete tepeden bakmak değil, kendi insanımızın alnındaki teri görme çabasıydı. Büyüttüğümüz hayal; devleti ele geçirmek değil, sistemi, herkesin “devletim” diyeceği şekilde yeniden yapılandırmaktı.
Çocukluğumuzun masum sevdası olarak başlayıp gençliğin ateşli yıllarına; büyük sözlerin, büyük hayallerin, büyük ideallerin peşinde koştuğumuz günlere uzanan uzun bir yolculuğun sonuna geldik…
Ve o yolun sonunda, hepimizin cevabını aradığı o deli soruya:
“Neden başaramadık?”
Bu ülkede iktidar olmayı hatta çeyrek asırdır iktidarda kalmayı siyasal İslamcılar bile başardı da biz neden tek başımıza iktidar olmayı başaramadık?
Çalışmamız boyunca bu sorunun cevabını aradık. Olabildiği kadar duygusallıktan uzak, somut veriler üzerinden yürüttüğümüz sorgulama sonunda, bir kanaatimiz oluştu.
Artık neden başaramadığımızı biliyoruz.
Başaramadık… Çünkü eleştiriyi günah, sorgulamayı ihanet sayan bir yapıya dönüştük. Düşünceyi doğuran özgürlüğün yerine, lidere koşulsuz itaati koyduk. “Başbuğ” “Bilge lider” mitlerinin gölgesinde, fikrin kendisini unuttuk. Kutsallaştırılmış bağlılık, bizi kendi iç sesimizden edecek kadar güçlü oldu.
Başaramadık… Çünkü kendimize ait bir entelektüel zemin oluşturup bizden sonrakilere de bırakamadık. Bir fikir hareketi, düşünce üretmeyi bıraktığı gün ölür. Biz o ölümü fark etmeden yaşamaya devam ettik. Eleştirel aklı, liderliğin gölgesinde kuruttuk. Cesur kadrolar yetiştiremedik. Yetişenleri sürdük, kalanları susturduk.
Başaramadık… Çünkü gençlerimizin ufkunu daralttık. Dün, devleti yeniden inşa etme iradesini taşıyan ülkücü gençlik, bugün yalnızca düzenin bir köşesinde var olmayı yeterli gördü. Bu değişim, bir neslin ruhunun nasıl köreldiğinin en acı göstergesi oldu.
Başaramadık… Çünkü fikri iktidar yapacak cesareti kaybettik. Sistemin dengesi olmayı, sistemin alternatifi olmaya tercih ettik. Güçle uyumlanmayı strateji sandık. Oysa milliyetçilik, devletle hesaplaşmaktan korkmayanların omzunda yükselirdi. Unuttuk…
Başaramadık… Çünkü kendimizi kandırdık. Kendi yanlışlarımızı görmezden geldik. Liderlerin gölgesini, bir düşüncenin ışığı zannettik. En çok da biz, kendi içimizde büyüttüğümüz suskunluğa yenildik.
Tamam, biz başaramadık… Biz kendimize yenildik… Türk Milliyetçiliği fikrinin tek başına iktidar olamayışının “bizden kaynaklanan nedenleri” var.
Evet, dağıldık, birlik fikrini bir türlü gerçekleştiremedik. Fikrimize olan inancımızın gücü, bireysel hesaplarımızı bastırmada yeterli olmadı. Kendi içimizde, kendi aramızda birliği sağlayamadığımız için de geniş kitlelere güven veremedik.
Evet, kendi içimizde hesaplaşamadık… Eleştirinin bastırıldığı yerlerde gelişme de olmadığı için uzun yıllar kendi kendimizi yenileyemedik…
Evet, Fikrimizin felsefesini sistemleştirip ekonomik model sunamadık. Savunduğumuz karma ekonomi - sosyal adalet - üretim ekonomisi modelini herkesin anladığı bir dille bir “sosyal refah vaadi” hazırlayıp geniş kitlelere sunamadık…
Peki, her türlü fikrin iktidar olduğu ülkemizde, Türk Milliyetçiliği fikrinin tek başına iktidar olamayışının nedeni, yalnızca milliyetçilerin eksikleri ve hataları mı? Bu iktidarı engelleyen başka nedenler, başka güçler yok mu?
Var elbet… “Dış Etkenler” bu yürüyüşün görünmeyen ama çok belirleyici kısmı… Kendi başına ayrı bir çalışma konusu oluşturabilecek dış etkenler de engelledi iktidarımızı.
Emperyalist güçlerin oluşturduğu uluslararası sistem, Türkiye’de güçlü ve bağımsız hareket edecek bir Türk milliyetçiliği iktidarını hiçbir zaman istemedi. Çünkü milliyetçi iktidar; savunmada yerli üretim, enerji bağımsızlığı, egemen sisteme olan ekonomik bağımlılığı azaltma, NATO çizgisini sorgulama, gibi politikalar üretir.
“Milliyetçi bir iktidar, bölge üzerindeki hesaplarını bozar,” endişesiyle Küresel güçler, içimizdeki işbirlikçileri de kullanıp Türk Milliyetçilerini olduğundan farklı göstererek halkın onlara güven duymasını engelledi.
Yani sadece bizden kaynaklı değildi, başaramayışımız. Hem milliyetçiler kendi içlerinde birleşemedi, söylemini yenileyemedi, güvenli merkez olamadı; hem de dış güçler, uluslararası dengeler, medya ve devlet içi mekanizmalar milliyetçi iktidarı istemedi.
Olsun! Güç odakları ve küresel sermaye kendi çıkarına olanı yapacaktı zaten. Biz yola çıkarken her türlü emperyalizme karşı bayrak açmıştık. Öyleyse bütün bunlara göğüs gerecektik. Her şeye rağmen başaracağız demiştik. Hatta üç kere tekrarlamıştık:
“Başaracağız!.. “Başaracağız!.. “Başaracağız!..
Olmadı! Başaramadık…
Yıllar geçti… Gördük ki, bu başarısızlıkta en çok da kendimize yenilmişiz. Ama bu yenilgi, bir bitiş değil, bir yorgunluk, bir yüzleşme… Yarım kalan büyük bir hikâyenin yeniden yazılabilmesi için bizden sonrakilere bilgi oldu.
Biz başaramadık… Ama bizden sonrakiler, bizim bıraktığımız yerden yeniden deneyecek… Yeniden düşünecek ve belki de bizim hayallerimizi hakikate dönüştürecek...
Çünkü adını Türk milletinden almış bu devletin, üzerine kurulduğu temellerin harcı “Türk” kanı ile karılmıştır. Toprağın neresini sıksan “Türk Milliyetçisi” fışkırır. “Türk Milleti” var oldukça, “Türk Milliyetçiliği” fikri de hep var olacaktır.
Benim gibi inanmış “benim kuşağım” ve benden sonraki genç kuşak! Sözüm sizlere!..
Ben bu çalışmamın sayfalarında size, bir ömrün yükünü, bir davanın umutlarını ve o umutların nasıl yavaş yavaş karardığını anlattım.
Bu çalışmamda size, sadece hayallerimi, düşlerimi değil; bir ömrün gerçeğini de bıraktım. Şimdi biliyorum ki bir hareket yeniden doğacaksa, liderin gölgesinden değil, fikrin özgürlüğünden doğacaktır. Yeniden bir yola çıkılacaksa, sloganlardan değil, sorgulamaktan güç alınacaktır. Bir gün umutlar yeniden büyüyecekse, korkudan değil, cesaretten yükselecektir.
Benim hikâyem, bir veda değildir. Gerçeklerle yüzleşmenin ve hakikatin kabulüyle başlayan yeni bir hikâyenin başlangıcıdır.
Çünkü artık, çıktığımız bu kutlu yolda yürürken, karşı karşıya kaldığımızda yenildiğimiz zaaflarımızı, hatalarımızı ve başarmamızı engelleyen nedenleri biliyoruz.
Şimdi artık, Türk Milliyetçileri-ülkücüleri bekleyen iki seçenek vardır.
Ya birleşip sistemi yeniden kuracaklar ya da bireysel çıkarlar uğruna sistemin bekçiliğini yapacaklar…
Devam edecek…

YORUMLAR