Önce, Bahçeli’yi MHP Genel Başkanlığına taşıyan süreci hatırlayalım. O dönemde ülke siyasetinin içinde bulunduğu durumla birlikte MHP’nin konumunu anlayalım.
1990’ların ortasında Türk siyasetinde dengeler hızla değişmektedir. Merkez sağın iki büyük partisi ANAP ve DYP, birbirini tüketen bir rekabet içindedir. İki merkez partinin yıprandığı o yıllarda milliyetçi seçmenin MHP çatısı altında toplanması beklenirken, sağ-muhafazakâr kitleler Refah Partisi’nin “adil düzen” ve “maneviyat” vurgusuna yönelir.
MHP lideri Alparslan Türkeş’in karizmatik liderliği, hareketi diri tutmaktadır ama onun merkezî yönetim tarzı, modern siyasal iletişim yöntemlerine ayak uydurmayı zorlaştırmaktadır. Bu zafiyeti gören ve aradaki boşluğu dolduran Refah Partisi, güçlü propaganda çalışmalarıyla 1994 yerel seçimlerinde tarihî bir başarı kazanır.
Refah Partisi, 1994 yerel seçimlerinde kazandığı başarılardan sonra, sağ-muhafazakâr seçmenin bazı kesimleri için daha cazip bir siyasi seçenek haline gelir. Bu yöneliş MHP’nin oy tabanını daraltır.
1994 ekonomik krizinin, seçmen davranışlarını etkilediği aynı dönemde, MHP, halkın ekonomik kaygılarını giderecek çözüm önerilerini halka ulaştıramaz.
1990’larda hem dinî-muhafazakâr hareket (RP) hem de etnik temelli bölgesel Kürt hareketinin öne çıkması, siyasetin yeni hatlarını belirler. Etnik ve dini muhafazakâr seçmen kendine yakın bulduğu partilere yönelirken, milliyetçi seçmen, MHP’de birleşmez.
Böylece 1995 Genel Seçimlerinde MHP, %10’luk ülke seçim barajını aşamaz ve TBMM dışında kalır,
18 Nisan 1999 genel seçimleri, hem Türk siyasetinin hem de MHP’nin tarihinde bir kırılma ve sıçrama noktasıdır. Bu sefer süreç, MHP’nin lehine işler.
4 Nisan 1997 günü Alparslan Türkeş vefat eder. Türkeş’in ölüm haberi MHP tabanı ve ülkücü camiada şok etkisi yaratır. Çünkü o güne kadar Türkeş sonrası konuşulmamıştır.
Ancak 8 Nisan 1997 tarihinde, yoğun kar yağışı ve soğuk havaya rağmen, Türkiye’nin dört bir yanından yüz binlerce Türk milliyetçisi ve ülkücünün Ankara’ya gelerek katıldığı cenaze töreni, milliyetçi tabanın duygusal birlik gösterisine dönüşür.
12 Eylül sonrası dağılmış, ideolojik olarak yorgun ülkücü hareket, o gün adeta yeniden kenetlenir. Bu birliktelik, Türkeş’in şahsında Türk Milliyetçiliğinin hâlâ diri bir toplumsal karşılığı olduğunu gösterir.
Cenaze Merasimi Türk Milliyetçiliğinin birleştirici ruhunu geri döndürür. Türkeş’in cenazesi, 1980 sonrası kendilerini hem devletten hem siyasetten dışlanmış hisseden ülkücülerin, “biz hâlâ buradayız” duygusunu canlandırır. Bu psikoloji, MHP’nin, Bahçeli döneminde toparlanmasının toplumsal ve duygusal zeminini oluşturur.
1997’de Refah-Yol hükümetinin devrilmesiyle başlayan 28 Şubat süreci, toplumda yeni bir denge arayışını tetikler. “İrtica korkusu” yaygınlaşır; seçmen devleti, düzeni ve istikrarı öncelemeye başlar. MHP, bu dönemde “devletin devamlılığı, laiklik vurgusu, milli birlik” temalarıyla denge unsuru olarak algılanır.
Tam da bu dönemde Abdullah Öcalan’ın yakalanması (15 Şubat 1999), milliyetçi dalgayı en yüksek noktasına taşır. Devletin gücü, yeniden hissedilir olmuştur. MHP, bu duygusal ve siyasal atmosferin en güçlü taşıyıcısına dönüşür. Artık seçmen, “devlet otoritesini temsil eden ama radikal olmayan” bir güç arıyordur. MHP tam da o boşluğu doldurur.
Her ikisi de yıpranmış merkez sağın (DYP ve ANAP) çöküşüyle, seçmen merkez sağdan MHP’ye yönelir. Bu kayış, MHP’nin ilk kez “merkeze yaklaşmasını sağlar. 1990’lar boyunca sık sık değişen koalisyonlar, yolsuzluk iddiaları ve ekonomik krizler seçmende büyük bir güven bunalımı yaratmıştır. MHP, “disiplin, adalet, milli duruş” söylemiyle “temiz siyaset” arayışına cevap verir.
Türkeş’in ölümü sonrası MHP’de Bahçeli’nin genel başkan seçilmesi, başlangıçta “karizmatik boşluk” olarak görülse de Bahçeli bu boşluğu karizma yerine gerçeklik, disiplin ve kurumsallık ile doldurur.
Bu yönetim şekli, MHP’nin tarihinde bir ilktir. Artık “liderin gölgesinde örgüt” değil, “örgütlü liderlik” modeli işlemeye başlamıştır. Böylece parti içi çatışma yaşanmaz, taban dağılmaz. Bu istikrar, 90’ların dağınık siyaset ortamında MHP’yi “güvenli liman” olma konumuna getirir.
Siyaset dilinde milliyetçilik artık sokakla değil, devlet aklıyla özdeşleştirilir. Bahçeli’nin dilinde milliyetçilik, bir öfke değil bir vakar hâline bürünmüştür.
“Milliyetçilik kavga değil, birliktir.”
“Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, adaletle korunur.” Bahçeli’nin sıklıkla işlediği konulardır.
Devlet Bahçeli’nin ılımlı, akademik ve dürüst imajı, 90’lardaki yolsuzluklardan bunalan seçmen için güven telkin eder. “Sessiz ama disiplinli” duruş, özellikle orta sınıf ve taşra seçmeninde yankı bulur.
Bahçeli ile başlayan yeni dönemle birlikte, 1997–1999 arasındaki kısa sürede, MHP il teşkilat yönetimleri yenilenir, kadın ve gençlik kolları yeniden aktif hale getirilir. Kampanyalarda lidere itaat değil, parti disiplini öne çıkarılır.
Bu dönemde MHP’nin mitingleri ilk kez profesyonel olarak planlanır. Liderin sakin üslubu, “sistemli bir parti” imajını pekiştirir. Böylece MHP, örgütsel güven veren, modernleşen bir görüntü kazanır.
Devlet Bahçeli’nin, 1999 seçimlerindeki hem liderlik biçimi, hem partinin toplumsal algısını dönüştürme gücü ve hem de güven faktörünün öne çıktığı, kamuoyu araştırmalarıyla da desteklenir.
1998–1999 tarihlerinde Anar ve Konsensus şirketlerinin yaptığı anket verilerine göre: Seçmen, Bahçeli’yi: “Dürüst” (%70), “İtidalli” (%60), “Devlet adamı” (%55) olarak niteler. Artık Bahçeli, dönemin popülist liderlerinden farklı olarak sessiz bir güven unsuru haline gelmiştir.
Seçmen gözündeki bu algı, 1999 seçimlerinde merkez sağdan MHP’ye gelen oyların en önemli psikolojik nedenidir.
Yukarıda sıraladığımız nedenlere dayanarak sonuç olarak diyebiliriz ki:
1999’da MHP’nin yükselişi, “duygusal bir dalgadan” çok siyasi fırsat yapısının doğru okunması ve örgütsel sürekliliğin korunmasıyla açıklanabilir.
Toplum, bir yandan RP çizgisine tepki duyarken, diğer yandan da devlet otoritesini temsil edecek ama “sert ideolojik” olmayan bir güce yönelmiştir ve MHP, o boşluğu tam zamanında doldurmuştur.
1999’daki MHP yükselişinde Devlet Bahçeli’nin payı karizmatik lider etkisinden değil, güven ve istikrar sembolü haline gelmesinden kaynaklanmıştır. O, hareketin “çatışan” değil “kurumsallaşan” yüzü olmuştur. Ülke siyasetinde Türk Milliyetçiliğini, uzun zamandır ilk kez, sistem içinde saygın bir siyasal seçenek konumuna taşımıştır.
Bahçeli’nin bu stratejisi, siyasette sağladığı güvenle MHP’yi iktidar ortağı yapmıştır.
Devam edecek…

YORUMLAR