Daha önceki bölümlerde genişçe işlemiş olduğumuz 57. Hükümetle ilgili çok kısa bir bilgilendirme yaparak konumuza devam edelim.
1999 seçimlerinden başarılı çıkmış iki parti DSP ve MHP yanlarına ANAP’ni de alarak 28 Mayıs 1999’da 57. Koalisyon Hükümetini kurarlar. Bülent Ecevit, Başbakan, Devlet Bahçeli ve Mesut Yılmaz da Başbakan Yardımcısı olur. Türkiye’nin 1980 sonrası en uzun ömürlü koalisyon hükümetlerinden biri olan 57. Cumhuriyet Hükümeti (28 Mayıs 1999 - 18 Kasım 2002), yaklaşık 3,5 yıl sürer.
57. Cumhuriyet Hükümeti halkın beklentilerini karşılayamaz.
29 Haziran 1999'da ayrılıkçılık ve vatana ihanet nedeniyle oybirliği ile idama mahkûm edilen PKK kurucusu Abdullah Öcalan’ın idam kararı uygulanmaz.
17 Ağustos 1999’da meydana gelen ve büyük can ve mal kaybına neden olan Gölcük depremi hükümete ciddi kriz yönetimi sorumluluğu yükler.
21 Şubat 2001 tarihinde patlak veren ekonomik krizle, ekonomide sert çöküş yaşanır.
2001 yılında yapılan IMF ile “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı” hayata geçirildikten sonra DSP mecliste bölünür. DSP’den ayrılan milletvekilleri İsmail Cem başkanlığında Yeni Türkiye Partisi (YTP), adıyla yeni bir parti kurar.
Yeni partinin kurulmasıyla birlikte Ecevit ’siz ve MHP’siz yeni bir hükümet kurma senaryoları gündeme taşınır.
Yeni hükümet senaryolarının konuşulmaya başlamasıyla Bahçeli erken seçim çağrısında bulunur (7 Temmuz 2002).
31 Temmuz 2002'de TBMM Genel Kurulu, 3 Kasım 2002’de Erken Genel Seçimlerin yapılması kararı alır.
3 Kasım 2002 Genel Seçimleri YSK sonuçlarına göre: AK Parti: %34,28 oy, CHP: %19,39 oy alırken, MHP %8,36 oy alarak 10% ülke barajını aşamaz ve TBMM dışında kalır. MHP ile birlikte diğer bütün partiler de baraj altında kalınca, 9 Bağımsız milletvekili dışındaki milletvekilleri AKP (363), ve CHP (178) arasında paylaşılır.
Böylece, 1999’da milliyetçi dalgayı yakalayan MHP, 3,5 yıl süren iktidar ortaklığı sonucu, diğer koalisyon ortaklarıyla birlikte seçmen desteğini kaybeder.
Burada, 3 Kasım gecesi bir ülkücünün derin hayal kırıklığını, duygusallığımı gösterişli ifadelerle süslemeden, yüreğimdeki gerçek ağırlığıyla anlatmadan geçemeyeceğim.
“Yer, İstanbul Esenler Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu müdür odası. Tarih, 2 Kasım 2002. Seçime bir gün var. Bölgenin Türk Eğitim Sendikası şube başkanları ve sendika yöneticileri toplanmışız. Yarın ne olur, diye konuşuyoruz.
Herkes fikrini söylüyor bir arkadaşımız da kim ne söylüyorsa deftere kaydediyor. Farklı görüşler var. Sıra bana geliyor. Söylediğim sözler şöyle:
‘Her ne kadar hükümette yıpranmış olsa da mevcut siyasi partiler içinde en güven vereni MHP. Onun için birinci parti olarak çıkacak.’ Hatta % oran bile veriyorum: “% 25.”
AKP’ye ise hiç şans tanımıyorum. ‘Lideri siyaset yasaklı bir partiye vatandaş neden oy versin ki… Var sayalım ki siyaseti bazı güçler kurguluyor. Sonuçta benim gördüğümü vatandaş da görüyor, bu koalisyon hükümetinin mağduru MHP’dir, Vatandaş bunu ayırt edecektir,’ diyerek gerekçelerimi de açıklıyorum.
Ama öyle olmuyor. Vatandaş benim düşündüğüm gibi düşünmüyor. Ve MHP’ni seçim barajının altına iterek cezalandırıyor.
Biz o günlerde, milliyetçiliğin iktidar sofrasına ilk kez oturduğunu sanıyorduk. Yılların dışlanmışlığını, hor görülmüşlüğünü, sokakta harcanmışlığını iliklerine kadar hisseden milliyetçi-ülkücü düşünce mensupları sonunda devlet kapısına dayanmıştı.
Bahçeli’nin sakin, ölçülü sesi, o yorgun ülkücü yüreklerde ‘devlet ciddiyetiyle iktidar olacağız’ umudunu yeşertmişti. Bir anlığına, tarihin bizi çağırdığına inanmıştık.
Ama devlet sofrası, bizim hayal ettiğimiz kadar adil değildi. Oraya varınca fark ettik ki, hükümet olmakla iktidar olmak aynı şey değildi. Biz devletin yükünü omuzlamıştık ama kararları başkaları alıyordu. Ülkücülerin sesi yine kısılmıştı. Üstelik bu defa dışarıdan değil, içeriden. Hükümet politikalarına eleştirel ses çıkaran kim varsa susturularak.
Ben o dönemde ilk kez ‘iktidar’ kelimesinin ne kadar kirli, ne kadar kaygan bir zemin olduğunu anladım. Ülkücülük bir dava olmaktan çıkıp, hükümet ortaklığının resmi dili hâline gelmişti. Bir zamanlar yemin ettiğimiz adalet duygusu, IMF programlarının satır aralarında kaybolmuştu. ‘Devlet’ dediğimiz, artık bizim değil, bizi uslandırmak isteyenlerin devletiydi.
2001 krizi geldiğinde halkın öfkesi önce hükümete, sonra o hükümetteki sessiz ortağa yöneldi. Bize. Biz milliyetçiliği temiz tutmak isterken, krizin kiri üzerimize bulaştı. Bahçeli erken seçim dediğinde, bütün bir hareketi cezalandırmıştı. Üstelik muhakeme edilmeden, hesabı kitabı yapılmadan. Bir kişinin kararıyla…
Ve sandıklar açıldığında o akşam… MHP baraj altında kalmıştı ama ben asıl o gece şunu anlamıştım: Biz zaten çoktan Meclis’in dışında kalmıştık. Ruh olarak… İnanç olarak... Hayal olarak… Geriye yorgun, incinmiş bir kitle ve sessiz bir bağlılık duygusu kalmıştı.”
Yaşanmamış olaylar üzerine “şöyle olsaydı, böyle olurdu” şeklinde tahmin yürütmenin anlamsız olduğuna inanmakla birlikte kanımca, seçim isteği doğru, zamanlaması yanlıştı. Bahçeli’nin seçim isteği, entrikalarla millet iradesinin dışında kurulacak bir hükümeti engellemişti ama milliyetçilik yeniden devletin dışına itilmişti.
3 Kasım 2002 Seçimleri MHP’nde yalnızca siyasi bir yenilgi değil, psikolojik bir çöküş olarak algılandı. Çünkü ülkücü taban ilk “iktidar tecrübesinin bedelini” bu kadar ağır ödemeyi hak etmediğine inanmaktaydı. Yani yukarıda anlattığım duygular yalnızca bana ait değildi. Ülkücü tabanın tamamının duygularıydı.
Seçim gecesi Devlet Bahçeli, sonuçların ardından parti sorumluluğunu üstlendiğini açıklar ve MHP Genel Başkanlığı görevinden istifa ettiğini duyurur.
Parti içinde bu karar büyük sarsıntı yaratır. Tabanın bir kısmı Bahçeli’yi “sorumluluğu üstlendiği için” takdir ederken, bir kısmı ise “liderlik boşluğu yaratmakla” eleştirir.
19 Kasım 2002’de yapılan MHP Merkez Yönetim Kurulu (MYK) toplantısında istifası resmiyet kazanan Bahçeli, teşkilat baskısıyla yeniden aday olur.
Bahçeli, Büyük Kurultayda (4 Ocak 2003), Koray Aydın ve Ramiz Ongun ile yarışır. Delegeler, yeni bir macera yerine istikrarı tercih eder. Bahçeli yeniden genel başkan seçilir. Bahçeli, hem yenilginin sorumlusu hem de birleştirici unsuru olmuştur.
2003 sonrası MHP, yeniden inşa sürecine girer. Parti, sokaktan uzak, sistem içi bir çizgiye daha da oturur. “Devlet ciddiyeti - sessiz disiplin” anlayışı iyice pekişir. Ancak bu dönemde ülkücü hareketin enerjisi, sokak, üniversite ve fikir dünyasında zayıflar.
Milliyetçi-Ülkücü fikir dünyası 1980 sonrası kuşağın yerini dolduracak, entelektüel donanımlı yeni bir nesil yetiştiremez. MHP’nin devletle kurduğu “uyumlu ilişki”, ülkücü hareketin sisteme muhalif damarını söndürür.
Devam edecek…

YORUMLAR