Bu bölümde, Türk Milliyetçiliği fikrini temsil eden siyasi partilerin toplumdaki karşılığını irdeleyeceğiz. Onların toplum tarafından nasıl algılandığını, bu algılanışın nedenlerini ve sonuçlarını değerlendireceğiz.
Öncelikle bir gerçeğe parmak basalım ve bir hakkı da teslim edelim.
Şüphesiz, ülke siyasetinde, Türk milliyetçiliğini temsil etme iddiasıyla farklı isimler altında kurulmuş birçok siyasi parti faaliyet göstermektedir. Ancak bu partiler arasında MHP, hâlâ en büyük organizasyon ve temsilci olma özelliğini sürdürmektedir. MHP, oy tabanı, yerel teşkilatlar, yayın organları ve gençlik yapılanması bakımından milliyetçi partilerin en güçlüsü ve en uzun ömürlüsüdür.
Toplumdaki genel kanaat, milliyetçilik söylemiyle kurulan partiler arasında çok fazla bir farklılığın olmadığı, Türk siyasetinde milliyetçilikle ilgili toplumda oluşan algının yeni kurulan partilerden kaynaklanmadığı, dolayısıyla da milliyetçiliğin bugün içinde bulunduğu durumdan birinci derecede sorumlu siyasi partinin de MHP olduğu yönündedir.
Bu gerçekten yola çıkarak, çalışmamızı MHP ile sınırlı tutacağız.
15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasına kadar MHP, hemen her konuda katı bir muhalefet sergilediği AKP ile kimsenin beklemediği bir şekilde yakınlaşır. Görünüşte kalkışma sonrasında MHP’nin başlattığı yakınlaşma, zamanla işbirliğine dönüşür ve 21 Şubat 2018 tarihinde “Cumhur İttifakı” adı altında resmileşir.
Ancak bu işbirliği, MHP içinde tartışmalı bir durum oluşturur. Devlet imkânlarından yararlanan küçük bir kesimin memnuniyeti sürerken, ideolojik beklentileri olan tabanda, AKP iktidarının, her konuda koşulsuz desteklenmesi rahatsızlık yaratır.
MHP’nin AKP hükümetine destek vermesinden sonra, ideolojik farklılaşma ve iç muhalefet de derinleşir. Ülkücü hareket içinde “gerçek ülkücüler” ve “merkeze kayan, iktidar gücünden yararlanan menfaatçi ülkücüler” olarak ayrımlar dillendirilmeye başlanır. İdealler ile menfaatler arasındaki gerilimin yükselmesiyle, parti içinde ve dışında MHP’nin geleneksel kimliğinden uzaklaştığı, eleştirileri artar.
Parti yönetiminin “güvenlik kaygısı” gerekçesiyle açıkladığı bu yeni siyasi tercihi taban tarafından, MHP’nin AKP politikalarına yaklaştığı şeklinde yorumlanır.
Hükümet politikalarını desteklemekle meşgul olan parti yönetimi, halkın gerçek sorunlarını dikkate alarak, beklentileri karşılayacak politikalar geliştiremez.
Oysa günümüzde toplumun beklentileri ve ülke gerçekleri değişmiştir.
Ekonomi kötüleştiğinde ve dış politikalardaki baskılar arttığında, milliyetçilik söylemi, milliyetçi tabanın bazı beklentilerini karşılamadığında, tabandan milliyetçi söyleme karşı eleştiriler yükseldiği bilinen bir gerçektir. MHP’nin güvenlik politikalarını ön plana çıkarıp vatandaşın ekonomik beklentilerini karşılayacak bir alternatif sunmadığını gören seçmen tabanı farklı seçenekler aramaya başlamıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında milliyetçilik devlet ideolojisi olduğu gerekçesiyle Türk milliyetçileri, devleti sorgulamaz, devlete karşı tavır almazdı. Zaman zaman bireysel olarak devletin içinde yer almalarıyla da kendilerini “devlete muhalif ” olarak değil, “devletin ve mevcut düzenin ruhu” olarak görürlerdi.
Ancak cumhuriyetin ilk yıllarından sonra sistem değiştikçe, devletten uzaklaştırılan “Türk Milliyetçileri, günümüzde devleti değil ama sistemi kurgulayanları eleştirmeye başlamıştır.
Gerçekte Türkiye devletini kimlerin ve hangi güçlerin yönettiğini sorgulayan milliyetçi seçmen, milliyetçi söylemde bulunup sistemden yana tavır alan siyasi partilerden uzaklaşmıştır.
Türk milliyetçilerinin kurduğu sivil toplum örgütleri ve fikir kulüpleri, milliyetçiliği siyasete uyarlamakta ve programa dönüşmekte zorlanmıştır. Bu kuruluşlar, daha çok ahlaki, kültürel ve idealist bir hareket olarak kalmış, çağın gereklerine göre kendilerini yenileyememiştir. Ekonomide, dış politikada, toplum düzeninde net ve çağın diliyle ifade edilmiş programlar geliştirememiştir.
Gerçek hayatta siyasetin, “ülkü” ile değil, “çıkar” ve “gösteri” diliyle yürüdüğünü, milliyetçiliğin hep idealde kaldığını, iktidarın her seferinde başkalarının eline geçtiğini gören milliyetçiler yeni arayış içine girmiştir.
Ülkü Ocakları gibi sosyal-kültürel örgütlerin gençlik üzerindeki etkisi sınırlı olarak hala devam etse de eskiden olduğu kadar kültür, tarih, edebiyat, tören, semboller aracılığıyla milliyetçi bilinç oluşmasına, önceden olduğu gibi katkıda bulunamamıştır. Yayın organları, medya ve sosyal medya üzerinden sürdürülen faaliyetler, MHP söylemleriyle sınırlanmıştır.
Diğer yanda genç kuşakların toplumsal değerler algısı değişmiştir. Küreselleşme, şehirleşme, bireycilik, dijital medya gibi faktörlerin etkisindeki genç kuşağın değer ölçüleri, klasik milliyetçilik söylemleriyle çatışmakta ya da alternatif beklentiler doğurmaktadır.
Özellikle milliyetçi-ülkücü kimliği taşıyan farklı partiler ya da kişiler arasındaki çatışmanın, ülke siyasetinde birlikte hareket etme ve bütünleşme yerine, bölünme ve ayrışmaya neden olması bazı milliyetçi genç seçmeni “alternatif arayışı” içine itmiştir.
Türk milliyetçiliği hareketinin liderleri çoğu zaman fikrin önüne geçmiştir. “Lider, doktrin, teşkilat” denirken fikir, eleştiriye kapanmış bir dogmaya dönüşmüştür. Yani “fikrin iktidarı” değil, “liderin otoritesi” hâkim olmuştur. Fikrin, akla ve sorgulamaya açık olmayışı, toplumsal bir dönüşüm yaratılmasına engel olmuştur.
Peki, toplumsal değerler ve milliyetçilikle ilgili algı değişirken, Türk milliyetçileri ne yaptı?
Bu değişim ve gelişimi görmekten uzak, oturduğu koltuğu korumak kaygısından başka düşüncesi olmayan milliyetçi siyasi partiler ve paydaş sivil toplum örgütleri yöneticileri, Türk milliyetçiliğini zaman zaman halkın gündelik dertlerinden uzak, soyut ve akademik bir dil kullanarak anlatmakla kaldı.
Siyasal İslam halka “dindarlık” üzerinden, sosyalistler “adalet” üzerinden, liberaller “özgürlük” üzerinden dokunurken; milliyetçilikse genellikle tarihe, kahramanlığa ve destana yaslandı. Yani yürek ısındı ama sofraya ekmek konamadı. Bu yüzden halk, fikri sevdi ama oy vermedi.
Milliyetçiler çoğu zaman “devlet yıkılmasın” kaygısıyla devlete karşı muhalefet etmekten kaçındı. Oysa devlet hata yaptığında da “milli irade” adına ses çıkarmak, milliyetçiliğin asli göreviydi. Bu yapılmadığı için, milliyetçilik halkın değil, bürokrasinin dili gibi algılandı.
Türk Milliyetçileri, gerçek milliyetçiliğin, gerçek görevi olan, “Adaletin, liyakatin, emeğin, üretimin sesi olacak, halkın sofrasına dokunacak, Türk kimliğini çağın ihtiyaçlarıyla buluşturacak,” politikalar üretemedi.
“Türk kimliği bilincinin” toplumdaki oranının çok yüksek olmasına rağmen, Milliyetçiler, Türk milliyetçiliği fikrini yeniden çağın diliyle yoğuramadı. milliyetçilik, yıllarca “slogan” oldu, ama “sistem” olamadı.
Devam edecek…

YORUMLAR