SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (43)
Ertuğrul Özgün

Ertuğrul Özgün

MEMLEKET İŞLERİ

SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (43)

22 Mayıs 2025 - 17:51

"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Bozkurtların Ölümü kitabını bitirdikten sonra aradan kaç gün geçti bilemiyorum. Bir gün başka bir sınıfta okuyan arkadaşım beni Ülkü Ocağı’na davet etti. Hakkı’nın gittiği, Bozkurtlar kitaplarını aldığı ve oradaki seminerlere katıldığını söylediği gençlik derneği… Hiç tereddüt etmeden kabul ettim.
“Arkadaşlar!” diye başladı, Ali Öğretmen. “Her gün şiddeti artarak genişleyen bir savaşın içindeyiz. Yalnız bu öyle bildiğiniz gibi ordularla cephede silahlarla yapılan savaş değil. Bu savaş fikir sistemlerinin savaşı. Bu savaşın cephanesi propaganda! Silahları: Radyo televizyon, kitap, dergi, gazete. Savaş alanı: okullar, fabrikalar, şehir meydanları… Kısacası, insanların beyinleri.”
Odadakiler nefeslerimizi tutmuş, bütün dikkatimizle Ali Öğretmeni dinliyorduk. Yaklaşık yirmi sandalyenin olduğu odada, bir kısmımız sandalyelerde otururken bir kısmımız da ayakta, otuzun üzerinde öğrenciydik. Yüzeyinde alçıdan yapılmış, uluyan bir bozkurt kabartması bulunan duvarı arkasına alan Ali öğretmen, iki elini önündeki küçük masanın ortasında birleştirmiş, hafif öne doğru eğilmiş konuşuyordu. Ülkü Ocağı’na ilk adımımı atığım o gün yaşım on altıydı…
“Fikir sistemleri savaşında en güçlü silah kendi fikir sisteminizdir. Kendine has fikir sistemi geliştirememiş milletler, başka milletlerin geliştirdikleri fikir sistemleri içerisinde yok olurlar. Türk milleti bu alanda en şanslı milletlerdendir. Binlerce yıllık tarihi boyunca sınırları içerisinde onlarca milleti barındıran Türk milletinin, ne yönetim alanında ne adalet alanında hiçbir milletin fikrine ve tavsiyesine ihtiyacı yoktur.
Bu millete yeni doğmuş muamelesi yaparak, yeni bir fikir sistemi aramak, onun eski gücüne kavuşmasından korkanların oyunudur. Türk milletinin tarihi derinliklerinden gelen, her dönemde gelişimini sağlayan oturmuş bir fikir sistemi vardır. Bu fikir sisteminin adı: Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’dir. Türkiye Cumhuriyeti de bu fikir sistemi üzerine kurulmuştur. Türk devleti üzerinde hesapları olan emperyalist güçler önce bu fikri, sonra da bu fikrin mensuplarını hedef almıştır…”
Bir ara durakladı Ali Öğretmen. Ellerini çözüp sırtını oturduğu sandalyeye iyice yasladı. Sağ eliyle masanın kenarına dayanarak derin bir nefes aldı:
“Bu coğrafyada, bu milleti yaşatmanın bedeli büyüktür. Atalarımız canını vererek bunu başardılar. Ancak bugünkü kültür emperyalizmi ve teknolojik gelişmeler karşısında can vermek yetmeyebilir. Onun için önce, bizi bugünlere taşıyan değerlerimizi koruyacağız, sonra yeni değerler yaratacağız. Yani çok çalışacağız. Bunun birinci adımı da herkesin kendi işini en iyi şekilde yapmasıdır. Ülkücü, inandıkları için kendini feda edebilen, görevini ve işini en iyi yapandır…”
Seminer bitmiş, tanışma faslı başlamıştı. Tanışma sonrasındaki sohbet kısa sürmüş, dağılmaya başlamıştık. Dağılırken ayrılanlar tokalaşıp ayrılıyordu. İlk öğrenci ile tokalaşırken bir sorun yaşadım. Öğrenci ısrarla tokalaştığım elinin serçe parmağını benim serçe parmağımın arasına sokmaya çalışıyordu.  Önce bunun tokalaşırken bir hata olduğunu düşündüm. Ancak daha sonra tokalaştığım diğer öğrencilerin de aynı hareketi yapmaya çalışmasından bunun ülkücüler arasında belirleyici bir işaret olduğunu düşünüp, ben de aynı hareketi yapmaya başladım.
Seminer boyunca adeta nefesimi tutarak dinlediğim Ali Öğretmen daha önceden duymadığım sözler söylemişti. “Sistem,” “fikir sistemi,” “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” tabirleriyle ilk defa bu seminerde tanışmıştım. Orada olanların bu tabirler üzerinde benden daha çok bilgi sahibi olduğunu düşündüğüm için olabildiği kadar az konuşmuş, daha çok konuşulanları dinlemeyi tercih etmiştim.
Seminer sonrası okula geldiğimde zihnimi farklı farklı düşünceler abluka altına almıştı. Milliyetçiliği biliyordum. Mensup olduğum Türk milletine beslediğim derin sevgi. Ali öğretmenin anlattığı kapitalizmi de Yaşar Kemal’in Fakir Baykurt’un, Orhan Kemal’in kitaplarından kavramıştım. Mülkün ve arazinin belli birkaç kişinin elinde olması ve diğer insanların o kişilere ücret karşılığı çalışması. Ancak “Marksist-Sosyalist Sistem” ve “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” hakkında bilgim yoktu. Bir de “ülkücü” tabiri elbet.
“Ülkücü,” inandıkları için kendini feda edebilen, görevini ve işini en iyi yapandır,” demişti Ali Öğretmen… Birkaç ay önce Hakkı da “Ülkü Ocağı” demişti ama o zaman pek üzerinde durmamıştım. Sonra tokalaşma sırasında serçe parmaklarının ayrışması geldi aklıma. Bunu neden yapıyorlardı. Bu tokalaşma şekli, birbirlerini tanımak için bir işaret miydi?
Okul arkadaşlarım içinde belli bir saygınlığım vardı. Bu saygınlığımın, içinde yeni yer aldığım grup içinde de sürmesini istemiştim. Artık boş zamanlarımın büyük bir bölümünü ocakta tanıştığım üst sınıftaki öğrencilerle geçirmeye başlamıştım. Soruyor, sorguluyor, okuyor, tartışmalara katılıyorum. Kısa bir zaman dilimi içinde belli başlı kitapları okumuş, sistemleri de Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’ni de iyice öğrenmiştim.
Hafta sonlarında Ülkü Ocağında yapılan toplantılarda bir yandan Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi ile ilgili seminerler yürütülürken bir yandan da ülkücü öğrencilerin birlik ve dayanışmasını güçlendirmek için sosyal ve kültürel faaliyetler yürütülmekteydi.
Havaların ısınmaya başladığı bahar aylarına gelindiğinde Çoruh nehrinin kenarında okulun da yer aldığı Korzul beldesi, bitki örtüsünün zenginliğinden dolayı diğer yerlerden daha erken yeşillenmeye, çiçeklenmeye başlamıştı. Okulun da yer aldığı Korzul beldesi bitki örtüsü açısından ne kadar zengin ise, nehrin karşı tarafındaki bölge de o kadar kırsal ve bitki örtüsünden yoksundu. Bu bölgenin beş altı kilometre yukarısında kır gezilerinin yapıldığı mesire yerleri bulunuyordu.
1973 yılının Mart ayının üçüncü hafta sonu düzenlenen kır gezisine okuldaki ülkücü öğrencilerin büyük bir kısmı katılmıştı. Bu gezide hem eğlenilmiş hem de öğrenciler arasında önümüzdeki yıl içinde okul içindeki örgütlenme için seçimler yapılmıştı. Yapılan seçimlerde, okuldaki bütün birinci sınıflardaki ülkücü öğrencilerin başkanlığına getirilmiştim.
Senenin son toplantısında önümüzdeki öğretim yılı seminer çalışmaları planlanmıştı. Bu planlamaya göre, o yıl yayınlanan Kurt Karaca’nın yazdığı Milliyetçi Türkiye kitabının tahlil edilmesi ve Ülkü Ocağı’nda seminer olarak sunulması görevi bana verilmişti.
O yaz tatilinde Milliyetçi Türkiye, kitabıyla Liberal Kapitalist ve Marksist Sosyalist sistemleri ile Türk Milliyetçiliği Fikir Sitemi arasındaki felsefi farklılıkları öğrenmiştim.
Yine o yaz okuduğum: Milliyetçi Eğitim Sistemi kitabıyla, eğitimde fırsat eşitliği ve öğrencilerin yeteneklerine göre eğitilmesi gerektiğini, Milliyetçi Sanayi Sistemi kitabıyla, Fabrika yapan fabrikalar kurulması gerektiğini, Tarım Kentleri kitabıyla, kurulan cazibe merkezleriyle kalkınmanın köylüden başlamasını ve MHP’nin 1973 Seçim Beyannamesiyle emek sermaye barışının sağlanması için, mecburi ve tek sendikacılığı, işçilerin fabrikaya ve yönetime ortak olması gerektiğini benimseyen Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi’nin, sosyal ve ekonomik kabullerini de öğrenmiştim.
Artık ideolojik bir fikir hareketinin içinde ve grup arkadaşlarım arasında önemli sayılabilecek bir konumdaydım.
İşte Türk Milliyetçiliği fikir hareketinin içinde yer alıp “ülkücü” diye anılmamın hikâyesi böyle başladı…
Devam edecek…
 

YORUMLAR