"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Sonra sistemi tanıdım… Bir de sistemler var tabi. Devlet başka sistem başka…
Artık Ali Öğretmenin anlattığı sistemin anlamını öğrenmiş, dünya üzerinde uygulanan sistemleri de kavramıştım…
İlk adımları benim gibi olmasa da bu hareketin içinde yer alan herkesi birleştiren felsefi değerlerin yanında, ülkenin geleceğini inşa etme amaçları da vardı elbette. Daha müreffeh bir Ülke, daha mutlu insanlar… Ve daha zenginleşmiş bireyler…
Peki, bu nasıl olacaktı? Dünya üzerindeki üretim araçlarını ele geçirmiş olan egemen güçler uygulanacak ekonomik ve sosyal sistemleri de belirlemişlerdi.
“Bir tarafta, üretim araçlarını -artık hangi yöntemlerle yapmışlarsa- bir şekilde özel mülkiyetlerine geçirmiş, kapitalist sistemin yarattığı sınırlı sayıda bir burjuva sınıfı var. Bu sınıf, ele geçirdiği üretim araçlarını, insan emeğini sömürmek suretiyle işleterek, elde ettikleri kârla, servetlerine servet katıyor. Sonuçta zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul hale getiren bu sömürü düzenine Liberal Kapitalist sistem deniliyor…
Diğer tarafta, “Liberal-Kapitalist sömürü düzenini sonlandıracağını, üretim araçlarının birkaç kişinin değil, kamunun, yani devletin elinde olması gerektiğini savunan Marksist-Sosyalist sistem. Marksist sisteme göre Her şeyin üzerindeki değer emekti. Emeği üreten ise işçi sınıfı. Üreten ve emeğin sahibi işçi sınıfı olduğuna göre, yöneten de paylaşımı yapacak olan da işçi sınıfı olmalıydı. Elde edilen ekonomik değerler, kâr olarak birkaç kişinin özel mülkiyeti yerine insanların ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla kullanılmalıydı.
Liberal Kapitalist sistemin yoksul halk ve emeği ile geçinenler için sahiplenilecek bir yanı yoktu. Marksist Sosyalist sistemim savundukları, özellikle mal mülk sahibi olmayan, emeği ile geçinen ve emeğinin sömürüldüğüne inananlar için kulağa daha hoş geliyordu.
Ama uygulama alanında öyle olmuyordu. Sosyalist sistemler demokratik yolları kullanarak iktidara seçimlerle gelmiyordu. Burjuvaziyi yıkmak için kanlı ihtilaller gerçekleştirenler işçi sınıfını kullanarak devlet yönetimini ele geçiren ve silahlı gücü bulunan bir ideolojik azınlıktı. Onlar da yok ettikleri burjuvazinin yaptığını yapıyordu. Onların da amacı, boyun eğdirme yoluyla uysal insanlar yetiştirmek olmuştu. Onlar da insanlar üzerinde iktidarın gücünü kullanarak, boyun eğdirdiler.
İşçi sınıfı adına iktidar oldukları ülkelerde yönetimde gerçek işçiler yoktu. Silahlı gücü elinde bulunduranlar yeni bir sınıf oluşturmuştu. Yıktıkları, burjuvazinin yaptıklarının aynısını, hatta daha kanlısını yapmaktan faklı değildi.
“Çünkü insan hep aynıydı. Gücü ele geçirince daha önce eleştirdikleri ya da savaştıkları sömürücü, baskıcı zihniyetin yaptığı ne varsa, aynısını belki daha da ağırını yapmak insanın fıtratında vardı.”
Çünkü devlet güç demekti… Devleti ele geçirenler gücü de ele geçiriyordu. Gücü eline geçirenler ise zamanla bu gücü, kendi çıkarlarını korumak için başkalarının üzerinde baskı unsuru olarak kullanıyor, sistemleri kendi çıkarları doğrultusunda oluşturuyordu.
Demokratik bilincin gelişmediği ülkelerde de sonuç değişmiyor. Bu sefer gücü ele geçirmek isteyenler, seçim yöntemini kullanarak halkı çeşitli vaatlerle inandırıp iktidara geliyor, yine sistemi kendi hesapları üzenine kuruyorlardı. Bu sefer demokratik(!) yollarla ele geçirdikleri devletin gücünü, devletin nimetlerini bölüşmek ve paylaşmak isteyenlerin üzerinde baskı unsuru olarak kullanıyorlardı.
Peki, ne yapılmalıydı?
Mademki güç ele geçirildikten sonra kontrol edilemiyor, öyleyse güç, ele geçirilmeden kontrol edilmeliydi. Ve sistem, yönetime gelenleri kurulacak mekanizmalarla kontrol edebilmeliydi. Yine yönetime gelecek olanlar düzenli seçimlerle değiştirilebilmeli, halk oylamalarıyla ihtar edilebilmeliydi.
İşte Türk Milliyetçileri, adına “Türk Milliyetçiliği Fikir Sistemi” dedikleri, yüzyıllardır devlet yönetimi ile ilgili bilgi birikimini yeni sosyal gelişmelerle harmanlayarak bu iki sistemin dışında farklı ve yeni bir sistem geliştirmişlerdi. Bir başka yol. Bir üçüncü yol olduğunu savunuyorlardı.
Bu sistemle Marksist Sosyalist ve Liberal Kapitalist sistemleri reddeden özel girişimi destekleyen ama devletin kontrolü sağladığı, bir sosyal sınıfın diğerine hükmetmesini önleyecek, sosyal sınıfların birbirlerinin kontrolünü sağlayacak mekanizmaları oluşturan yeni bir sistem…
İnsanın fıtratına uygun olan da buydu. “Önce ‘Benim’ diyecekti herkes, sonra ‘bizim.’ Çiftçiyi toprak sahibi yapacak, İsçiyi fabrikaya ortak edecekti devlet. Meslekler kendi aralarında örgütlenecek, her meslek grubu mecliste eşit temsil edilecek, bir meslek grubu diğerini tahakküm altına alamayacak. Böylece sınıflar arasındaki uçurumlar kalkacaktı. Kalkmasa bile en aza inecekti. Kendi milletimizle başlayıp dünyaya örnek olacaktık.
Biz bu ideallere inandık. İnandığımız için de sahiplenip savunduk.
“Bakın böyle bir yol daha var. Bu yol daha adil. Daha paylaşımcı,” diyerek sistemi vatandaşlara anlatmaya ve sistemi kurup yönetenleri sorgulamaya başladık.
Hak dedik… Adalet dedik… Paylaşım dedik…
İşte bizim sistemle olan kavgamız, memleketin nimetlerini paylaşmak istememizle başladı. Çilesini çektiğimiz ülkemizin, nimetlerini paylaşmak arzumuz, ülkenin değerlerini ellerinde tutanları sorgulamamızla başladı.
Belki bu yanımızı anlatamadık. Belki de anlatmamıza fırsat verilmedi. Belki bizden kaynaklanan bireysel hatlarımızdandı, kendimizi anlatamayışımız. Ama inancımız buydu. “Davamız” dediğimiz buydu.
Biz, emperyalist devletlerin ülkemizi sömürgeleştirmek istemelerine karşı savaştığımız kadar, adil olmayan, ezeni ezileni olan sistemle de savaşmayı davamız belledik.
Evet devlet göz bebeğimizdi. Ona zeval gelmesin diye her şeyimizi hatta canımızı bile vermekten geri durmadık. Ama aynı zamanda devleti kendi çıkarları için kullanmak amacıyla bazı çıkar çevrelerinin oluşturduğu sisteme karşı da savaş başlattık…
“Yaşasın devlet, kahrolsun düzen!” sloganını sebepsiz seslendirmiyorduk çünkü...
Devlet başka, sistem başka…
Devam edecek…
YORUMLAR