SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (46)
Ertuğrul Özgün

Ertuğrul Özgün

MEMLEKET İŞLERİ

SANA BEN HAYALLER DÜŞLER BÜYÜTTÜM… (46)

17 Haziran 2025 - 22:11

"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Evet, evimizin bir köşesine çekilip lekesiz, onurlu bir şekilde dünya hayatını bitirip göçmek de var, alanlara inmekte…
Bir köşeye çekilmek duygusuna kapıldığım her an Peygamberimizin, “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin,” hadisini devamlı hatırında tutan Hz. Ömer’in, her günün akşamında kendi kendine sorduğu, “Ey Ömer, bugün Allah için ne yaptın?” sorusu geliyor aklıma ve zınk diye ayağa kalkıyorum.
Sonra ben kendimi sorguluyorum “Yaradılış gayemdeki görevimi bitirdim mi ki köşeye çekiliyorum? Yapmam gerekenler var ve yapabileceklerim var daha.”
İşte bu nedenledir ki ben ikinci yolu yani alanlara inmeyi tercih ediyorum.
“Alanlara ineceğiz” diyorum ya yanlış anlaşılmasın. “Alan” demekle, “kimin hangi konuda en küçük bir yeteneği varsa, o yetenekleri kullanıp bizim yaşadığımız olumsuzlukları, bizden sonrakiler yaşamasın diye, hikâyemizi insanımıza anlatacağız,” demek kastım.
Yani ben, ağabeylik etmeyi, gücüm yettikçe anlatmayı seçiyorum…
Yalnız bir sorun var.
Bizim inandıklarımıza inandıklarını söyleyenler parçalara bölünmüş, başka başka adlar altında yeni yeni yapılanmalar çoğalmış.
“Nasıl olur ideallerimiz aynı mefkûremiz aynı, aynı sosyal tabandan geliyoruz bu ayrılık da neyin nesi?” dedik… Sorduk sorguladık…
Biz temsil ederiz bu ülküyü bu ismi aldığımız günden bu yana dedi bir kısmı. Diğerleri, “Hayır!” dedi. “Onlar değişti. Hatta o kadar değişti ki bizi bile kendilerinden saymadı, bize kendi aralarında siyaset yapma şansı tanımadılar. Yol arkadaşlarını yolda bulduklarıyla değiştirdiler. Başkalaştılar. Dün düşman bellediklerimizle bugün dost oldular.
Diğerleri karşı geldi bu sözlere… Bir tarafta can derdi varken ikbal peşinde koşamayız. Önce canımızı kurtarmak, geleceğimizi emniyet altına almak zorundayız.
Düşündük sonra. Ülkü birse, ideal birse, neyin öncelik kazandığına da birlikte karar verilmeli değil mi? Neden bu ayrılık?
Sonra biz mi bir yerlerde hata ettik, biz mi bazı şeyleri yanlış kavradık ya da yanlış biliyoruz. Diyerek en başa ilk ocağa girdiğimiz günlerde birlikte inandıklarımıza baktık. Neydi inandıklarımız? Nelere inanarak yola çıkmıştık? Ve ne değişmişti ki ayrışmıştık?
Ülkücüyüz dedik ya “nedir bu ülkücülük?” sorusuna cevap aramakla başladık.
Türkçe Sözlükte ülkü, Amaç edinilen, ulaşılmak istenen şey, ideal olarak tanımlanıyor.
Felsefi yönden bakılınca; insanı duyular dünyasının üstüne yükselten ve belki de gerçekleşmesi bile hiçbir zaman mümkün olmayacak ama erişilmek istenen amaç, ideal olarak açıklanıyor “ülkü.
“Ülkücü” ise bir ülküye çıkar gütmeden bağlı olan, idealist, diye ifade ediliyor.
Yani teorik olarak, bir ülküye çıkar gütmeden bağlı olan herkes “ülkücü” olabiliyor.
Mesela, “Bütün ötücü kuşları bir adada toplayarak, her türlü kuş sesini aynı anda dinleme” idealine samimi olarak inanmış bir kişinin “ülkücü” olabileceği gibi, “dünyadaki bütün insanları dünya barışına inandırma” ideali olan biri de kendini “ülkücü” olarak tanımlayabilir yani.
Bizim yaşıtlarımız bilir. İlkokul yıllarımızda, öğretmenlerimiz, dersliklerin pencerelerini siyah bezlerle kapatır, bize siyah beyaz filmler izletirdi. Filmlerden aklımızda en çok kalanlar, Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerin, köylerde yaptığı çalışmalardı.
Siyah beyaz filmler, genel olarak sessizdi. Seslendirici, film içinde yaşanan olayları anlatırken öğretmene “ülkücü öğretmen” diye hitap ederdi.
Bizler, o yaşlarda “ülkücülük” kelimesi ile çalışkanlık, fedakârlık ve memleket sevgisi kavramları arasında bir bağ olduğunu kavramıştık.
Ancak Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra “ülkücü öğretmen” tabiri de unutuldu. Öğretmenle özdeşleşemedi ve kalıcı olamadı “ülkücülük.”
Antiemperyalist başkaldırının aksiyoner temsilcileri olan Üniversiteli Türk Milliyetçisi öğrencilerin, Ankara Hukuk Fakültesi, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi ve Ziraat Fakültesi’nde, 18 Mart 1966 tarihinde “Ülkü Ocakları Derneği’ni kurmasına kadar bu durum değişmedi.
“Ülkücülük” kavramını Türk Milliyetçileri sahiplendi bu sefer.
Sahiplendikleri “ülkücü” tabirini; “Ülkü Ocakları Derneği, Ülkücü İşçiler Derneği, Ülkücü Teknik Elemanlar Derneği, Ülkücü Polisler Birliği, Ülkücü Öğretim Üyeleri ve Öğretmenler Derneği, Ülkücü Memurlar Derneği, Ülkücü Maliyeciler Derneği, Ülkücü Köylüler Derneği, Ülkücü Hanımlar Derneği…” gibi her meslek grubu ve iş kolunda kurdukları binlerce dernekle markalaştırdılar.
Ülkücülük, bir ülküye çıkar gütmeden bağlılık olduğuna ve Türk Milliyetçileri de kendilerini “ülkücü” olarak tanımladıklarına göre, doğal olarak akla, “öyleyse Türk milliyetçilerinin ülküsü nedir?” sorusu gelecektir.
Öyle ya! Türk Milliyetçileri kendilerini ülkücü olarak tanımladıklarına göre, “ülkü” diye tanımlayıp ulaşmak istedikleri ideal neydi?
Şimdi burada durup, Türk milliyetçiliğinin teorisini oluşturan düşünürlerin hemen tamamının birleştiği küçük bir bilgi aktarımı yapalım.
“Türk Milliyetçilerinin ülküsü iki aşamalıdır. Yakın ve uzak hedefleri vardır.
Yakın hedefleri: Türk milletini, insanca usullerle, en kısa yoldan, kendi gücü ile ayakta duracak, güçlü, zengin, mutlu ve müreffeh bir millet haline getirmek.
Uzak hedefleriyse, tarihten gelen Türk cihan hâkimiyeti mefkûresi birikimiyle, önce bütün dünyadaki Türklerin; dilde, işte ve fikirde birliğini sağlamak sonra da dünyada adaleti egemen kılmaktır.
Türk Milliyetçileri, bu hedeflere ulaşmak yolunda, millet sevgisinin gereği olarak, milleti oluşturan fertlerin arasında ayrım yapmaz. Gelir dağılımında ve hak kullanımında adaleti savunur. Paylaşımcı ve sosyal adaletçi uygulamalarla sınıflar arasındaki uçurumu kaldırır. Sağlanan sosyal barış ortamında, birlik ve bütünlük içinde kalkınmayı planlar. Yanı sınıflar arasındaki uçurumu kaldırıp topyekûn bir kalkınmayı hedefler.”
Prof. Dr. Erol Güngör, “Bir milletin çeşitli grupları birbirinden çok farklı iktisadi gruplar halinde ayrılırsa orada birlik ve dayanışmadan ziyade karşılıklı nefret ve kıskançlık hisleri hatta düşmanlık hakim olur. Milliyetçilik milleti parçalayacak cinsten gelir farklılaşmalarını iktisadi ve sosyal adaletsizlikleri körüklemeye değil, önlemeye çalışır,” derken, Türk Milliyetçiliği Fikrinin temelini oluşturan toplumculuğun, sosyal barış için ne denli önemli olduğunu vurgular.
İşte, en kısa şekliyle, Türk Milliyetçilerinin “ülkü” diye tanımlayıp ulaşmak istedikleri ideal buydu. Ülküleri buydu… Aralarında sosyal barışı sağlamış güçlü, zengin, mutlu ve müreffeh bir millet; ezenin, ezilenin olmadığı, adaletin hüküm sürdüğü bir dünya…
Devam edecek…
 
 

YORUMLAR