"Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır."
Cemil Meriç, (1916-1987)
Çalışmamın başında, “Sana Ben Hayaller Düşler Büyüttüm” şarkı sözlerine atıfta bulunurken, “bir sevdaya gönülden bağlılığı, örselemeden ve karşılık beklemeden sevme temeli üzerine kurduğum hayallerimi” anlatmak istemiştim.
Bu hayalleri kurmama yol açan en büyük etken ise on beş yaşımda kendimi içinde bulduğum bir fikir hareketinin idealleriydi elbette.
Ancak ülkemizde siyasetin sürüklendiği çirkin zeminde, bizim ideallerimizi, siyasal alanda savunduklarına inandıklarımızın, nerelere savrulduklarını, kimlerle ne tür ilişkiler kurduklarını gördükçe, birlikte hareket ettiklerimizle yüzleşmek benim için kaçınılmaz oldu.
Kurduğum hayallerin ve gördüğüm düşlerin ağır yara almasıyla sızlayan vicdanımım sesini dinleyip uğrunda kendimce bedeller ödediğim ideallerimin, başka insanlar tarafından, farklı amaç ve kişisel çıkarlar için kullanılmak istenmesi karşısında susamazdım.
İşte bu amaçla, Cemil Meriç’in, “Aydınların Aydınlatamadığı Halkı, Soytarılar Aldatır," sözünün, eli kalem tutanlara yüklediği sorumluluk duygusuyla, benim gibi inananları bilgilendirmek için başladığım çalışmamda artık sona geldim.
Bir yılı aşkın bir süredir köşe yazısı olarak yayımladığım çalışmamı, uğrunda hayaller ve düşler büyüttüğüm ideallerimi, siyaset yoluyla hayata geçireceğini vadeden MHP ve onun 28 yıldır genel başkanlığını yürüten Devlet Bahçeli’nin izlediği politikalarla sınırlı tuttum.
Zaman zaman kısa da olsa Türk Milliyetçiliği üzerinde didaktik (öğretici) bilgi verirken ve sorulara cevap ararken, konu üzerinde kendi kanaatlerimi de belirttim.
Bu çalışma sırasında yaptığım fikri yolculukta da gördüğüm, hangi inanç ve fikirde olursa olsun, tarih boyunca insan davranışlarında bir özellik hiç değişmemiştir. “İnsanın bireysel çıkarları söz konusu olduğunda, çıkarlarından yana tavır alması, çıkarlarını korumak için de gücü ele geçirme arzusunun egemen olması.”
İnsanın bu özelliğini en güzel anlatan sözlerden biri Cemil Meriç’e aittir. “Çıkar konuşunca vicdan susar.”
İngiliz yazar ve gazeteci George Orwell, “Hayvan Çiftliği” adlı fabl tarzındaki siyasi hiciv romanında, insanın bu özelliğini hayvanları konuşturarak anlatır.
Hayvan Çiftliği’nin başkişileri hayvanlardır. Bir çiftlikte yaşayan hayvanlar, kendilerini sömüren insanlara başkaldırıp çiftliğin yönetimini ele geçirir. Amaçları daha eşitlikçi bir topluluk oluşturmaktır. Aralarında en akıllı olan domuzlar, kısa sürede önder bir takım oluşturur. Ancak yönetimi ele geçiren domuzlar, insanlardan daha baskıcı, daha acımasız bir diktatörlük kurarlar.
Orwell kitapta, “Totaliter rejimlerin yükselişi ve insanların nasıl manipüle edilebileceği konusunda uyarıcı mesajlar verir. Kitap, okuyuculara güç açlığına sahip liderlerin insanları yanıltmak için kullandıkları hile ile yönlendirme tekniklerini gösterir. Kitapta propaganda, sansür, yalan söyleme ve korku yaratma gibi yöntemlerle halkın düşünceleri nasıl kontrol altına alındığı ve özgürlüklerine nasıl sınır koyulduğu da işlenir.”
İnsan davranışlarını yönlendiren güdünün, kendi çıkarları doğrultusunda hareket etmek ve çıkarlarını korumak için gücü elde tutmak olduğuna göre, yapılması gereken, “Gücün bir kişi, bir grup ya da sınıfın elinde olmadığı bir toplum düzen oluşturmaktır.”
İnsan bu özelliğine ve yapısına en uygun sistemi Türk Milliyetçileri yüz yıl önce üretmiştir.
“Halkın yönetime katılması (serbest seçimler ve halk oylamaları),
Liyakat usulü ile oluşmuş, yasama ve yürütmeyi denetleme yetkisine sahip yargı,
Bütün toplum kesimlerini temsil edecek yürütmeden bağımsız yasama,
Yasama ve yargının denetlemesine açık yürütme (hükümet).”
İşte ben, inancı ne olursa olsun, gücün paylaşılacağı ve yönetenlerin denetleneceği böyle bir sisteme Yürekten inandım. Yürekten inandığım bu sistemi de sözlü ve yazılı olarak yıllardır insanımıza anlattım.
Çünkü benim kurduğum hayaller ve büyüttüğüm düşler, yalnızca kendim için değil, devlet gücünün herkes için adil kullanmasından ve fırsat eşitliğinden yana idi. Onun içindir ki yukarıda belirttiğim sistemi, 14 Ekim 1973 Milletvekili Genel Seçimlerinde programına aldığını ilan ettiğinden bu yana MHP’ni destekledim.
MHP, 1973 ve sonrasındaki bütün seçim programlarında, “bireyin özgür olmasını ve ekonomik güçler arasında özgür yarışmasını, devletin bireyler, sınıflar ve uluslararasındaki ekonomik ilişkilere karışmamasını isteyen liberalizmi” reddettiği gibi, “özel mülkiyeti kabul etmeyen ve üretim araçlarını işçi sınıfı adına kamulaştıran Marksist sistemi” de reddediyordu.
Türk Milliyetçiliği fikri de zaten bu iki sistemin eksik yanını dolduruyordu. Bireysel girişim ve özgürlüklerin önünü açarken, sahip olduğu güçle zayıfı ezenlere karşı da devletin gücünü kullanarak, fırsat eşitliğini sağlıyordu.
Devam edecek…
YORUMLAR